''Mış gibi sevgi''..

Son zamanlarda surekli aklima takilan birsey var!


''Mış gibi sevgi''..
Neden takildigimsa pek de o kadar onemli degil ama,
insan soyle geriye donup gecmis yillara bir baktiginda ne kadar da cok 'mış' gibi sevgiler yasadigini ve hala yasamakta oldugunu goruyor.
Gordukce kirilgan oluyor, kirildikca icindeki duygular depresiyor, deprestikce kaniyor yaralar..
sonrasi?..
Sonrasi onlarca soru isaretlerinin hucumuna ugruyorsun!
Neden?
Nicin?
Gerekce(n)si neydi?
Zorunlumuydu(n)uz?!
Bla bla bla..


İnsan direkt olmali.
Kimse kimseyi sevmek zorunda degil..
Mış gibi yapmak zorunda da degil!
Sevgi ya vardir, ya da yoktur.
Zorunlu hissettigin kisi, ya da kisilere ''mış'' gibi davranmak zorunda degilsin asla.
Mış gibi sevmek yerine, sadece saygili olsak daha durustce olmaz mi?
Neden direkt ''seni sevmek zorunda degilim, ama saygi duyuyorum,'' diyemiyoruz diye kafa patlatirken, yanit 'Doğan Cüceoğlu'ndan' geldi.
Yazisinin sadece bir bolumunu paylasiyorum, tamamini okumak isteyen, 

''Mış gibi bir sevgi '' tiklasin.
Geçen yazımı şu gözlem ve sorularla bitirmiştim: "Sevgi bir eylemdir. Bu eylemi yapan kişi, sevdiği kişinin gelişmesini ve mutlu olmasını ister; eyleminin temelindeki niyet budur." Kişi kadın ya da erkek olmuş farketmez.
Peki neden insanlar bu tür bir sevgiyi anlamakta, daha doğrusu böyle bir sevginin var olabileceğine inanmakta zorlanıyorlar? Bu insanlarda anlayış kıtlığı mı var?
Hayır; bu tür sevginin olabileceğine inanmakta zorlanan insanlarda hiçbir zihinsel bozukluk yok. Onlar da diğer insanlar kadar akıllı veya onlar kadar aptal. Onlar bu tür sevgiye inanmakta zorlanıyorlar, çünkü böyle bir sevginin olduğunu yaşamlarında görmediler; kendi anababalarının birbirleriyle ve çocuklarıyla olan ilişkilerinde görmediler ve yaşamadılar.
Peki neden insanlar böyle bir sevgiyi yaşayamadılar?
Çünkü "mış gibi bir sevgi ortamı"nda büyüdüler.
Ne demek "mış gibi bir sevgi ortamı?" Bu soruyla ifade edilen konu önümüzdeki yazının içeriğini oluşturacak demiştim.
Önce "mış gibi"nin tanımını yapalım. Kişinin gösterdiği ile iç dünyası arasındaki farklılık "mış gibi" durumlar yaratır. Örneğin, evinizde yiyecek yok, ama beklenmedik şekilde siz yemek yerken misafir geldi. Evdeki yemeği onlara ikram edecek olursanız siz ve çocuklarınız aç kalacaksınız; ama, adet, gelenek görenek, "Yemeğe buyrun," demenizi gerektiriyor.
Eğer içinizden gerçekten yemeğinizi onlarla paylaşmayı istiyorsanız, davetiniz mış gibi olmaz; gerçek bir davet olur. Çünkü iç dünyanız ile söylediğiniz söz arasında fark yoktur. Fakat, kendinizin ve çocuklarınızın aç kalmasını istemediğiniz için yemeği kendinize saklamayı düşünüyorsanız, ama, adet yerini bulsun diye, "Yemeğe buyrun" diyorsanız o zaman bu davet "mış gibi" bir davet olur.


''Mış'' gibi yaşam ortamında yetişen kendisi olamaz!


Korku kültürü, mış gibi bir yaşam ortamı oluşturur ve bu ortamda büyüyen kişi kendini ifade etmeyi değil, kendini saklamayı öğrenir. Zamanla iç dünyasından kopuk, ne hissettiğini, ne istediğini bilemeyen insanlar yetişmeye başlar. Bu kişi için önemli olan 'başkalarının kendisinden ne istediği'dir. Böylece uzaktan kumandalı bir robot gibi yaşamayı öğrenir. Bu kişinin tüm bilinci, kendi yaşamını gerçekleştirmeye değil, gücünün yettiği bir başka kişinin yaşamını denetlemeye ve yön vermeye odaklanmıştır. Kendi özgün yaşamını yaşamak olanaksız ve uzak bir hayal olarak gözükür. Hiçbir zaman, kendi iç dünyasıyla bilinçli olarak barışık bir yaşam sürdürmeyi gerçekleştiremez.


Kendisi olamayan bir başkasını sevemez!


Böyle bir yaşam süreci içinde yetişmiş kişi, kendisi olamaz ve kendisi olmanın ne demek olduğunu da tam kavrayamaz. Böyle bir kişinin gerçekten sevmesi mümkün değildir. Yeniden hatırlatalım: "Sevgi bir eylemdir. Bu eylemi yapan kişi sevdiği kişinin gelişmesi ve mutlu olmasını ister; eyleminin temelindeki niyet budur." Korku ortamı bu tür bir sevginin gelişmesine ve yeşermesine izin veremez. Korku kültürünün sevgiden anladığı 'yön vermek ve denetlemek'tir.
Doğan Cüceoğlu


Son soz yine bende;)
Tabii, yazacaklarim kendi dusuncem, katilip katilmamak da sizin dusunceniz..
''Yaradan'in,'' yarattigi her seye sonsuz bir sevgi ve saygi duymamiz gerekmiyormu?


Bu kadar zormu, İnsanlari.. Hayvanlari.. Dogayi sevmek? 
''Yaradan'' her ne yaratmissa kusursuz ve guzel yaratmistir.
''Mış'' gibi sevilsin diye yaratmamistir!
Sevgi eken Sevgi bicer misali, Mış gibi yaptiginiz insalardan da Mış gibi karsilik bulursunuz!
Elimde son okudugum kitap olan (Ahmet ümit) Bab-ı esrar 'da okudugum,
"İnsana duyulan aşk da, Allah'a duyulan aşkin bir süretidir.

O aşkın sureti bile o kadar güçlüdür ki, kişinin aklını başından alır,"der.


Benimde aklimi basimdan aldi..
Hayatim boyunca hic kimseye karsi, 'Mış' gibi olmadigim icin Rabbime sukrettim.
Hatta hayatimda bana karsi 'mış' gibi olanlardan, 'miş' gibi olmamak adina uzaklastim.
Bedeli 'mış' gibi'lerin yaninda cok sevdiklerimi kaybetmekte olsa uzaklastim..


''Mış'' gibi sevmekten vazgectiklerinde, hepsine gonul kapilarim sonuna kadar acik.


Ben ''Yaradan'in'' yarattigi herseyi severim buyuk bir askla.
''Mış'', gibi yapmam, bilirim ki evrende ki hersey ''O'nun,'' suretidir.


''Kalp gozu'mle.'' Severim!
Bortusunu bocegini..
Dagini tasini..
Agaclarini, dogasini.. gunesini, ay'ini..
En cokda İnsanlarini.. hayvanlarini, ''Yaradan'imin''..


İcimde'ki ''Mış'siz'' sevgi, ''Allah'a duyulan askin bir suretidir.
O askin sureti bile o kadar gucludur ki, kisinin aklini basindan alir."


Bende zaten tam akilli degilimdir;)

Hiç yorum yok: