Coook uzun bir ara vermistim paylasimlarima,
oyle cok okunmus ve boynunu bukmus paylasilmayi bekleyen kitap birikti ki,
en kisa zamanda kollari sivayip alintilariyla burada olacagim..
Ciao
Ve iyi ki; kitaplar var..
Yusuf ile Zulayha..
Ey, dedi Zulayha,
tapinaga dolan mevsimin yuzu suyu hurmetine,
ey, Misir'in en buyuk tanrisi olan tanrim,
duy sesimi.
Duy sesimi,
yika icimi,
yanginima raziyim,
raziyim atesten bahcelerden gecmeye,
raziyim atesten bahcelerin icimden gecmesine.
Ama duy sesimi,
bileyim duyduguna sesimi.
Bileyim sesimden yuce bir ses,
bilisimden yuksek bir bilis var,
yalniz degilim bileyim,
bileyim ki beni bir koruyan,
bir gozeten var.
Ne kadar buyukse de gunahim,
ne kadar kirlilik tasiyorsa da bedenimin
gunahina izin veren su karanlik ruhum,
bileyim ruhundan koptugum bir aydinlik var,
kendisine kulluk icin yaratildigim ve
benden kulluk bekleyen bir tanrim var.
Ya, dedi,
duyur sesini bileyim.
Ya, dedi,
duy sesimi bilineyim.
Ama bir boslugun bilinmezliginde yitirme beni.
Ve Zuleyha birden kendi tanrisindan daha cok
Yusuf'un Rabbini aklina getirdigini fark etti.
Hay, dedi!
Ey,
Yusuf'un Rabbi, dedi,
kar aydinliginda yika gozlerimi.
Ey sevinc aninin isigiyla icleri yikayan,
arinmanin sevinciyle doldur kalbimi.
Evrenin henuz yaratildigi,
irmaklarin henuz yaratildiklari an aktigi
yataklar icre aktigi
o sonsuz sukut aninin huzuruyla doldur icimi.
Ey Yusuf'un Tanri'si, dedi Zuleyha.
Hissediyorum ki,
bana Yusuf kadar yakinsin
bana kalbim kadar yakinsin,
yok yok, dedi Zuleyha,
bana benden daha yakinsin.
Sen benim kalbimdesin.
Yok yok, dedi Zuleyha,
Rabbim sen benim kalbimde degilsin
sen benim kalbimsin.
Doldur, dedi yuregimi
İsikli yagmurlarin erinciyle.
Ben ki daha senin huzuruna varmadan
bedenimin kirini goz yaslarimla yikamadim mi,
Yusuf'un gomlegini yirtan su ellerime bulasan
kan lekesini
kendi kanimla aritmadim mi?
Bakti kalbine Zuleyha,
once karanlik vardi.
Sonra, yildizlar.
Rabbim, dedi Zuleyha,
ey Yusuf'un Rabbi,
tek Rab,
kendisinden baska Rab olmayan.
Yaratilmamis,
dogumsuz
ve olumsuz olan.
Ey Yusuf'un Rabbi.
Sen benim de Rabbimsin.
Sen benim de Rabbimsin.
Bildim seni.
Degil mi ki sen,
kuslarin,
sumbullerin
ve gullerin,
ve sen yasemenlerin,
ve sen zambaklarin,
nar agaclarinin,
palmiyelerin,
hurmalarin,
sen yoksullarin,
sen varliklilarin,
sen butun var olanlarin
ve var olacak olanlarin
var edenisin.
Sen Rabbimizsin.
Ah kalbim,
ah kalbimiz.
Ah Rabbim,
Ah Yusuf'un Rabbi,
ah benim Rabbim!
''Konan gocer,
dogan olur elbet.
İrmak denize,
deniz irmaga kavusur sonunda;
ruh kaynagina,
kaynak da ruhuna muhtac degil mi sunun surasinda?
Ne guzel,
olecek olmak ne guzel.
Ne guzel,
olecek olmanin mustusu olmeyecek olmanin tahayyulunden,
ne guzel.''
-Nazan Bekiroglu-
tapinaga dolan mevsimin yuzu suyu hurmetine,
ey, Misir'in en buyuk tanrisi olan tanrim,
duy sesimi.
Duy sesimi,
yika icimi,
yanginima raziyim,
raziyim atesten bahcelerden gecmeye,
raziyim atesten bahcelerin icimden gecmesine.
Ama duy sesimi,
bileyim duyduguna sesimi.
Bileyim sesimden yuce bir ses,
bilisimden yuksek bir bilis var,
yalniz degilim bileyim,
bileyim ki beni bir koruyan,
bir gozeten var.
Ne kadar buyukse de gunahim,
ne kadar kirlilik tasiyorsa da bedenimin
gunahina izin veren su karanlik ruhum,
bileyim ruhundan koptugum bir aydinlik var,
kendisine kulluk icin yaratildigim ve
benden kulluk bekleyen bir tanrim var.
Ya, dedi,
duyur sesini bileyim.
Ya, dedi,
duy sesimi bilineyim.
Ama bir boslugun bilinmezliginde yitirme beni.
Ve Zuleyha birden kendi tanrisindan daha cok
Yusuf'un Rabbini aklina getirdigini fark etti.
Hay, dedi!
Ey,
Yusuf'un Rabbi, dedi,
kar aydinliginda yika gozlerimi.
Ey sevinc aninin isigiyla icleri yikayan,
arinmanin sevinciyle doldur kalbimi.
Evrenin henuz yaratildigi,
irmaklarin henuz yaratildiklari an aktigi
yataklar icre aktigi
o sonsuz sukut aninin huzuruyla doldur icimi.
Ey Yusuf'un Tanri'si, dedi Zuleyha.
Hissediyorum ki,
bana Yusuf kadar yakinsin
bana kalbim kadar yakinsin,
yok yok, dedi Zuleyha,
bana benden daha yakinsin.
Sen benim kalbimdesin.
Yok yok, dedi Zuleyha,
Rabbim sen benim kalbimde degilsin
sen benim kalbimsin.
Doldur, dedi yuregimi
İsikli yagmurlarin erinciyle.
Ben ki daha senin huzuruna varmadan
bedenimin kirini goz yaslarimla yikamadim mi,
Yusuf'un gomlegini yirtan su ellerime bulasan
kan lekesini
kendi kanimla aritmadim mi?
Bakti kalbine Zuleyha,
once karanlik vardi.
Sonra, yildizlar.
Rabbim, dedi Zuleyha,
ey Yusuf'un Rabbi,
tek Rab,
kendisinden baska Rab olmayan.
Yaratilmamis,
dogumsuz
ve olumsuz olan.
Ey Yusuf'un Rabbi.
Sen benim de Rabbimsin.
Sen benim de Rabbimsin.
Bildim seni.
Degil mi ki sen,
kuslarin,
sumbullerin
ve gullerin,
ve sen yasemenlerin,
ve sen zambaklarin,
nar agaclarinin,
palmiyelerin,
hurmalarin,
sen yoksullarin,
sen varliklilarin,
sen butun var olanlarin
ve var olacak olanlarin
var edenisin.
Sen Rabbimizsin.
Ah kalbim,
ah kalbimiz.
Ah Rabbim,
Ah Yusuf'un Rabbi,
ah benim Rabbim!
''Konan gocer,
dogan olur elbet.
İrmak denize,
deniz irmaga kavusur sonunda;
ruh kaynagina,
kaynak da ruhuna muhtac degil mi sunun surasinda?
Ne guzel,
olecek olmak ne guzel.
Ne guzel,
olecek olmanin mustusu olmeyecek olmanin tahayyulunden,
ne guzel.''
-Nazan Bekiroglu-
Maun Suresi Boyle Buyurdu
Eger Kur'an penceresinden bakacaksak
kamu hakkini sadece bu ulkedeki kamu haklari olarak goremeyiz.
Bu pencereden baktigimizda,
kamu hakkinin,
butun insanligin haklari olarak dusunulmesi kacinilmazdir.
Bu 'kacinilmaz'i goz ardi etmedigimizde sunu gormekteyiz:
Bugunku dunya,
Dogu'dan Bati'ya,
Kuzey'den Guney'e
bir Maun siuresi ihlalleri dunyasidir.
Ozellikle tek kutup dayatmasinin egemen oldugu gunden beri
insanligin kaderine el koya kapitalizm,
bastan sona bir kamu hakki ihlali sistemi olarak devrededir.
Su gercege bakmak,
ama irfan ve vicdanla bakmak yeter:
Yapilan hesaplara gore,
aclik ve susuzlugun kol gezdigi Afrika kitasinda
bu sorunu cozmek icin kirk-elli milyar dolara ihtiyac var.
Bu parayi kimse vermiyor.
Veremiyor degil,
vermiyor.
Madalyonun oteki tarafina bakalim:
Dunyanin en buyuk dolar milyarderleri
listesinin ilk besi ve servetleri soyle:
1.Warren Buffett (62 milyar dolar)
2.Carlos Skim Helu (60 milyar dolar)
3.Bill Gates (58 milyar dolar)
4.Lakshimi Mittal (45 milyar dolar)
5.Ingvar Kamprad (31 milyar dolar)
Yani Afrika kitasindaki sefalaetin cozumu icin
bu bes servet sahibinin bir tanesinin serveti bile yetmektedir.
Hatta ilk ikisinin servetlerinin yarisi yetmektedir.
Onu da gecelim:
Bu servet babalarinin her birinden yuzde on-onbeslik
bir kismi almak bile yeterlidir.
Manzara bu iken insanoglu,
hangi vicdanla,
hangi yuzle yakinmaktadir?
Kimden yakinmaktadir?
Neden yakinmaktadir?
Tanri ve hayat,
insanin onune hangi asilmaz problemi koymustur da
her yandan sikayetler,
vaveylalar yukselmektedir.
Sadece iki uc adamin insanca bir fedakarlikta bulunmalarinin
aninda cozecegi dertleri,
birer sikayet ve itham konusu halinde
Allah'in onune cikarmak nasil bir vicdansizliktir,
dusunulsun!
Ve insanoglunun nasil bir Maun ihlali icinde oldugu dusunulsun!
Maun suresinin nasil bir mucize devrim getirdigi de dusunulsun!
Ve bir de Maun suresinin bu muhtesem
ve mucize mesajini insanliga duyurmak yerine
o sureyi, ''namaz suresidir,
ozgun Arapca aslindan okundugunda cok buyuk sevap kazandirir''
diyerek hapsedip boganlarin dini-imani
olabilir mi diye dusunulsun!
Zihni ve yuregi hukmu domuz (haram lokma)
pisligi dolmus adamlarin Kur'ani agizlarina
almalarindan daha buyuk dinsizlik olabilir mi diye de dusunulsun!
Kur'an.
o esrarli uslubu
ve semantik ihtisami icinde bize namazin hakikatini
ve Maun suresinde bazi namaz kilanlari
neden lanetlediginin sirrini da cozuyor.
Bu cozum,
yani bu meselenin mufessir (tefsir edici)
ayeti Hud suresi 87. ayettir.
Once okuyalim:
''Dediler ki,
''Ey Suayb!
Namazin/duan mi emrediyor sana,
atalarimizin tapar oldugunu terk etmemizi,
yahut mallarimizda diledigimiz gibi davranmaktan vazgecmemizi?''
Demek ki,
bir peygamberin namazi/ibadeti,
hitap ettigi toplumun kodamanlarinin servetlerini
rahatsiz edebilmelidir.
Suayb peygamberinki edecek de
Muhammed peygamberinki Suayb'inkinden
daha cok rahatsiz edecek.
Etmiyorsa,
o namaz,
Maun namazidir ve lanete mustahaktir.
Onun icin lanetlenmistir.
Namaz kilmayanlar lanetlenmemistir de
namazi servetlerinin kalkani,
araci yapanlar lanetlenmistir.
Musluman dunya,
insanligin en cok muhtac oldugu bu mesaji insanliga duyurdu mu?
Hayir!
Tam tersini yapti.
Bu mesaj duyurulmasin,
duyulmasin diye Kur'an'a ambargo koydu,
Kur'an'in Muhammedi bir vicdanla,
Ebu Zer zihniyle okunmamasi icin her turlu
seytanliga tevessul etti.
Bununla da yetinmedi:
Allahsiz ve zalim kapitalizmin marabaligina soyunarak
emperyalist zulum imparatorlarina usaklik
ve avukatligi hayat tarzi yapti.
Aksini soyleyenleri din disi ilan etti.
Bu konuda destek bulmak icin
emperyalist kapitalizmin Firavunlarina sigindi.
Onlarin imparatorlarina,
papalarina arzi ubudiyet etme duskunlugunu gosterdi.
Maun suresi neyi lanetliyor
ve neyi dindisilik gerekcesi sayiyor?
Paylasmamayi,
vermemeyi,
tam aksine baskalarinin hakki olan cesitli oyunlarla ele gecirmeyi...
Bu serir eylemde uc unsurun
veya elemanin arac olarak kullanildigini goruyoruz.
Din,
salat (namaz ve her tur ibadet)
riyakarlik.
Bunun anlami sudur.
Riya,
dini kullananlarin temel yontemi olan
Allah ile aldatma zulmunun olmazsa olmazidir.
Dine riya bulastirmayanlarin sifati dindar iken
dine bir bicimde riya bulastiranlarin sifati dinci olmaktadir.
Maun ihlallerinin tamamina yakini dincilik eylemidir.
O dinden,
bu dinden...
-Yasar Nuri Ozturk-
kamu hakkini sadece bu ulkedeki kamu haklari olarak goremeyiz.
Bu pencereden baktigimizda,
kamu hakkinin,
butun insanligin haklari olarak dusunulmesi kacinilmazdir.
Bu 'kacinilmaz'i goz ardi etmedigimizde sunu gormekteyiz:
Bugunku dunya,
Dogu'dan Bati'ya,
Kuzey'den Guney'e
bir Maun siuresi ihlalleri dunyasidir.
Ozellikle tek kutup dayatmasinin egemen oldugu gunden beri
insanligin kaderine el koya kapitalizm,
bastan sona bir kamu hakki ihlali sistemi olarak devrededir.
Su gercege bakmak,
ama irfan ve vicdanla bakmak yeter:
Yapilan hesaplara gore,
aclik ve susuzlugun kol gezdigi Afrika kitasinda
bu sorunu cozmek icin kirk-elli milyar dolara ihtiyac var.
Bu parayi kimse vermiyor.
Veremiyor degil,
vermiyor.
Madalyonun oteki tarafina bakalim:
Dunyanin en buyuk dolar milyarderleri
listesinin ilk besi ve servetleri soyle:
1.Warren Buffett (62 milyar dolar)
2.Carlos Skim Helu (60 milyar dolar)
3.Bill Gates (58 milyar dolar)
4.Lakshimi Mittal (45 milyar dolar)
5.Ingvar Kamprad (31 milyar dolar)
Yani Afrika kitasindaki sefalaetin cozumu icin
bu bes servet sahibinin bir tanesinin serveti bile yetmektedir.
Hatta ilk ikisinin servetlerinin yarisi yetmektedir.
Onu da gecelim:
Bu servet babalarinin her birinden yuzde on-onbeslik
bir kismi almak bile yeterlidir.
Manzara bu iken insanoglu,
hangi vicdanla,
hangi yuzle yakinmaktadir?
Kimden yakinmaktadir?
Neden yakinmaktadir?
Tanri ve hayat,
insanin onune hangi asilmaz problemi koymustur da
her yandan sikayetler,
vaveylalar yukselmektedir.
Sadece iki uc adamin insanca bir fedakarlikta bulunmalarinin
aninda cozecegi dertleri,
birer sikayet ve itham konusu halinde
Allah'in onune cikarmak nasil bir vicdansizliktir,
dusunulsun!
Ve insanoglunun nasil bir Maun ihlali icinde oldugu dusunulsun!
Maun suresinin nasil bir mucize devrim getirdigi de dusunulsun!
Ve bir de Maun suresinin bu muhtesem
ve mucize mesajini insanliga duyurmak yerine
o sureyi, ''namaz suresidir,
ozgun Arapca aslindan okundugunda cok buyuk sevap kazandirir''
diyerek hapsedip boganlarin dini-imani
olabilir mi diye dusunulsun!
Zihni ve yuregi hukmu domuz (haram lokma)
pisligi dolmus adamlarin Kur'ani agizlarina
almalarindan daha buyuk dinsizlik olabilir mi diye de dusunulsun!
Kur'an.
o esrarli uslubu
ve semantik ihtisami icinde bize namazin hakikatini
ve Maun suresinde bazi namaz kilanlari
neden lanetlediginin sirrini da cozuyor.
Bu cozum,
yani bu meselenin mufessir (tefsir edici)
ayeti Hud suresi 87. ayettir.
Once okuyalim:
''Dediler ki,
''Ey Suayb!
Namazin/duan mi emrediyor sana,
atalarimizin tapar oldugunu terk etmemizi,
yahut mallarimizda diledigimiz gibi davranmaktan vazgecmemizi?''
Demek ki,
bir peygamberin namazi/ibadeti,
hitap ettigi toplumun kodamanlarinin servetlerini
rahatsiz edebilmelidir.
Suayb peygamberinki edecek de
Muhammed peygamberinki Suayb'inkinden
daha cok rahatsiz edecek.
Etmiyorsa,
o namaz,
Maun namazidir ve lanete mustahaktir.
Onun icin lanetlenmistir.
Namaz kilmayanlar lanetlenmemistir de
namazi servetlerinin kalkani,
araci yapanlar lanetlenmistir.
Musluman dunya,
insanligin en cok muhtac oldugu bu mesaji insanliga duyurdu mu?
Hayir!
Tam tersini yapti.
Bu mesaj duyurulmasin,
duyulmasin diye Kur'an'a ambargo koydu,
Kur'an'in Muhammedi bir vicdanla,
Ebu Zer zihniyle okunmamasi icin her turlu
seytanliga tevessul etti.
Bununla da yetinmedi:
Allahsiz ve zalim kapitalizmin marabaligina soyunarak
emperyalist zulum imparatorlarina usaklik
ve avukatligi hayat tarzi yapti.
Aksini soyleyenleri din disi ilan etti.
Bu konuda destek bulmak icin
emperyalist kapitalizmin Firavunlarina sigindi.
Onlarin imparatorlarina,
papalarina arzi ubudiyet etme duskunlugunu gosterdi.
Maun suresi neyi lanetliyor
ve neyi dindisilik gerekcesi sayiyor?
Paylasmamayi,
vermemeyi,
tam aksine baskalarinin hakki olan cesitli oyunlarla ele gecirmeyi...
Bu serir eylemde uc unsurun
veya elemanin arac olarak kullanildigini goruyoruz.
Din,
salat (namaz ve her tur ibadet)
riyakarlik.
Bunun anlami sudur.
Riya,
dini kullananlarin temel yontemi olan
Allah ile aldatma zulmunun olmazsa olmazidir.
Dine riya bulastirmayanlarin sifati dindar iken
dine bir bicimde riya bulastiranlarin sifati dinci olmaktadir.
Maun ihlallerinin tamamina yakini dincilik eylemidir.
O dinden,
bu dinden...
-Yasar Nuri Ozturk-
Buyu Dukkani'nda Iki Cinar
Bir zamanlar Buyu Dukkani'nin bir musterisi olmustu.
''Bu dunyada sahip olmak istedigi her seye sahip oldugunu,
disaridan bakinca hicbir eksiginin olmadigini,
ancak ic dunyasinin
cok buyuk bir bosluk duygusuyla dolu oldugunu anlatmis
ve benden hayatin anlamini istemisti.
Bir baska sefer de iki gozunu birden kaybetmis
ve yuruyemedigi icin tekerlekli sandalyeye
mahkum olmus bir musterim olmustu.
Buraya kardesi getirmisti onu.
Benden ne istedi biliyor musunuz?''
Genc adam merak etmisti.
''Ne istedi?''
''Sarki soyleme yetenegi...''
''Nasil yani?''
''Evet sarki soyleme yetenegi istedi benden.
Sesinin guzel olmadigini,
oysa sarkilari cok sevdigini
ve saki soyleyebilirse
hayatinin daha zevkli hale gelebilecegini anlatmisti.''
''Cok ilginc...
Gozleri gormeyen ve yuruyemeyen birisi sizden
sarki soyleme yetenegi mi istedi yani?''
Yasli adam basini salladi.
''Evet,
aynen oyle...
Iste butun bu deneyimler bana,
disaridan gorunenin hicbir sey olmadigini
ve gozlerimi daha fazla egitmem gerektigini ogretti.''
''Gozlerinizi egitmek mi?
Nasil?''
''Evet gozlerimi egitmeye karar verdim.
Goz,
sahibine gore hareket eder
ve ozel olarak egitilmezse gercegin kendisini degil,
kendi arsivindekileri gorur.
Yani gecmis deneyimlerinizin
size ogrettigi kadarini gormeye devam edersiniz.
Oysa baktiginiz her yerde
yepyeni bir gercek vardir.
Tipki goremeyen ve yuruyemeyen musterimin,
kendine ozgu gercegi gibi...
Oysa ben ona ilk baktigimda en buyuk eksiginin gozleri
ve yurume yetenegi oldugunu dusunmustum.
Meger ne kadar yanilmisim.
Iste onun icin,
zamanla gozlerimi kendimden uzaklastirmayi
ve yalnizca baktigim yere daha iyi bakmaya,
bildiklerimi unutarak bakmayi ogrenmeye basladim.
Tipki bebekler gibi...
Bebekler ilk kez gordukleri seylere cok dikkatli
ve uzun uzun bakarlar.
Cunku zihinlerinde onunla ilgili hicbir bilgi yoktur.
ve ogrenmek icin bakmalari gerekmektedir.''
''Ama ogrendikten sonra ona eskisi kadar uzun
bakmazlar degil mi?''
''Dikkatlerini tutumlu kullanmak zorundadirlar.
Sirada ogrenilmesi gereken cok sey vardir
ve tercih her zaman yeni olandan yanadir.
Onun icin de insan,
baktiklarinin bir kismini gormeyi
ve bilginin geri kalanini arsivden tamamlamayi ogrenir.''
''O halde insan hep yaniliyor.''
''Hep degil...
Bu durumu tersine de cevirebiliriz.''
''Nasil yani?''
''Ornegin agaclarin koklerini gormeyiz
ama govde ve dallarina iyi bakarsak,
koklerinin nasil bir hareket icinde oldugunu anlayabiliriz.''
Yasli adam,
karsisindaki pencereden,
bir ardic agacini isaret ederek,
''O agaci yillardir izlerim.
Guneybatindan esen kuvvetli lodostan cok etkilendigi icin
govdesi bir yana egik duruyor.
Yeni dallar,
agacin uzandigi tarafin aksi yonde olusuyor.
Bu,
agacin kendisini ayakta tutmaya calistiginin bir isareti.
O halde koklerinin davranisini tahmin etmek de
cok zor degil.
Kokler,
agaci topraga cekmek
ve govdeyi dengede tutmak icin egimin tam tersi yonde
cok iyi gelismek zorundadir.
Agacin egildigi taraftaki kokler daha zayif kalmis olmalidir.
Bu durumu,
agaca ne kadar uzun bakarsaniz bakin goremezsiniz
ama gorunen kisma iyi bakar
ve doganin dengeye verdigi onemi bilirsiniz,
anlayabilirsiniz.''
''O halde gordugunle yetinme
ama gordugune o kadar iyi bak ki
sana goremediklerini de gostersin.''
-Yesim Turkoz-
Ustaca Sevmek
Yapayalniz olan Tanri Brahma uzerine eski bir Hint oykusu vardir.
Oyku Brahma'dan baska hicbir seyin varolmadigini anlatir.
SIKINTIDAN olur Tanri.
Bir oyun oynamaya karar verir.
Ama oyunu kendisiyle birlikte oynayacak hic kimse yoktur.
Boylece guzel Tanrica olan Maya'yi yaratir.
Butun amaci biraz eglenmektir.
Maya var edildiginde Brahma ona amacini soyler.
''tamam'' der Tanrica,
''Oyunlarin en guzelini oynayalim
ama sana soyleyeceklerimi yapacaksin.''
Brahma kabul eder ve
Maya'nin talimatiyla butun evreni yaratir.
Gunes ve yildizlari,
ay ve gezegenleri yaratir,
Sonra sira yeryuzundeki yasama gelir.
Hayvanlar,
okyanuslar,
her sey yaratilir.
Maya,
''Yarattigin bu yanilsama dunyasi ne kadar guzel''der,
''Simde de yarattiklarini takdir edebilecek kadar
zeki bir hayvan yaratmani istiyorum.''
Boylece Brahma son olarak insani yaratir.
Isi bittiginde Maya'ya oyunun ne zaman baslayacagini sorar.
''Hemen simdi'' diye yanitlar Tanrica,
Brahma'yi alir,
binlerce kucucuk parcaya ayirir.
Her bir insanin icine bir parcasini koyar ve
''Oyun baslasin!'' der;
''Ben sana kim oldugunu unutturacagim,
sen de kendini bulmaya calisacaksin!''
Maya dusu yaratir ve
Brahma bugun hala kim oldugunu animsamaya calisir.
Brahma orada,
icinizde,
Maya ise sizi kim oldugunuzu hatirlamaktan alikoyuyor.
Dusten uyandiginizda yeniden Brahma haline gelir,
kutsalliginizi geri istersiniz.
Icinizdeki Brahma,
''Pekala, ben uyandim;
geri kalanima ne olacak?'' diye sordugunda
Maya'nin oyununu bilir,
gercegi uyanacak olan baskalariyla paylasirsiniz.
Partide iki ayik insan daha cok eglenir.
Uc ayik insanla daha da iyi olur.
Kendinizle baslayin.
O zaman digerleri de degismeye baslayacak
ve butun dus,
partideki herkes uyanacaktir.
Hindistan'in,
Toltekler'in,
Hiristiyanlarin,
Yunanlilarin,
dunyanin butun toplumlarinin ogretileri
ayni gercekten kaynaklanir.
Hepsi de kutsalliginizi geri istemenizden
ve icinizdeki Tanriyi bulmaktan soz eder.
Soyledikleri,
yureginizi butunuyle acmaniz,
bilgiye donusmenizdir.
Butun insanlarin yureklerini acip iclerinde sevgiyi bulduklari
bir dunyayin nasil olacagini hayal edebiliyor musunuz?
Bunu elbette yapabiliriz.
Herkes kendi yolunu izleyerek yapabilir.
Soz konusu olan,
dayatilan bir dusunceyi izlemek degildir;
kendimizi bulmak,
kendi ozel yolunuzdan ifade etmektir.
Iste bunun icin sanattir yasaminiz.
Toltekler ''ruh sanatcisi'' der.
Toltekler kendilerini yurekleriyle ifade edebilenler,
kosulsuzca sevebilenlerdir.
Canlisiniz,
cunku elinizde Yasam demek olan Tanri gucunu tutuyorsunuz.
Yasam olan gucsunuz,
ama zihin duzeyinden dusunebildiginiz icin
gercekte ne oldugunuzu unutuyorsunuz.
O zaman da baska birisini gorup
''Tanri orada.
Her seyden o sorumlu.
Beni Tanri kurtaracak'' demek kolay oluyor.
Hayir!
Tanri'nin size,
icinizdeki Tanri'ya butun soyleyecegi,
uyanmasi,
secimini yapmasi,
sevgiden artik korkmayacak hale gelene dek
korkulari uzerinde calisip degisme cesaretine sahip olmasidir.
Sevme korkusu insanlarin en buyuk korkularindan biridir..
Neden?
Gezegen dusunde kirik bir yurek,
kendine acima anlamina geldigi icin.
Belki,
''Gercekte Yasam ya da Tanri'ysak neden bilmiyoruz?''
diye soruyorsunuz kendinize.
Bilmemeye programlandiginiz icin.
Bize ''Siz insansiniz, sinirlariniz da sunlar'' diye ogretildi.
Sonra da olanaklarimizi korkularimizla sinirladik.
Siz oldugunuza inandiginizsiniz.
Insanlar guclu sihirbazlardir.
Oldugunuza inandiginizda inandiginiz gibi olursunuz.,
Bunu yapabiliriz,
cunku siz Yasam,
Tanri,
Niyet'siniz.
Simdi su anda neyseniz kendinizi o kilma gucunuz var.
Ama gucunuzu yoneten mantikli zihniniz degil;
inanciniz.
Goruyorsunuz,
her sey inanca bagli.
Neye inanirsak varligimizi,
hayatimizi o yonetir.
Yarattigimiz inanc sistemi,
kendimizi icine yerlestirdigimiz kucuk bir kutu gibidir.
Icinden cikamayiz,
cunku icinden cikamayacagimiza inaniriz.
Budur durumumuz.
Insanlar kendi sinirlarini,
sinirlamalarini yaratir.
Insan olarak neyin olanakli neyin olanaksiz oldugunu soyler
ve soyledigimize inandigimiz icin bunu gercegimiz kilariz.
Toltek kehanetleri,
insanlarin kendi inanclarinin,
kendi yasamlarinin sorumlulugunu ustlenecegi yeni bir dunyanin,
yeni bir insanligin baslangicini ongordu.
Kendi g u r u n u z,
kendi yol gostereniniz haline geldiginde zaman gelmis olacak.
Tanri iradesinin ne oldugunu size soyleyecek
baska insanlara ihtiyaciniz yok.
Simdi artik hicbir araci olmaksizin Tanri ile yuz yuzesiniz!
Tanri artik disinizda bir yerlerde degil...
Yasam olan gucun icinizde oldugunu bildiginizde
kendi Kutsalliginizi kabul edersiniz ama
yine de alcakgonullu olursunuz.
Cunku ayni kutsalligi herkeste gorursunuz.
Her sey Tanri tezahuru oldugu icin
O'nu anlamanin ne kadar kolay oldugunu gorursunuz.
Beden olur,
zihin cozunur,
siz degil.
Siz olumsuzsunuz.
Milyonlarca yildir farkli bicimlerde varolmaktasiniz.
Cunku Yasamsiniz ve Yasam olmez.
Agaclardasiniz siz,
kelebeklerde,
baliklarda,
havada,
ayda,
guneste,
Nereye giderseniz gidin,
oradasiniz,
kendinizi bekliyorsunuz.
Bir tapinaktir bedeniniz,
Tanri'nin yasadigi canli bir tapinaktir.
Tanri icinizde Yasam olarak yasar.
Tanri'nin icinizde yasadiginin kaniti canli olusunuzdur.
Yasaminizdir kanit.
Zihninizde elbette cop ve duygusal zehir vardir.
ama Tanri ayni zamanda oradadir.
Tanri'ya,
aydinlanmaya,
uyanisa ulasmak icin herhangi bir sey yapmaniza gerek yok.
Sizi elinizden tutup Tanri'ya goturecek kimse yok.
Kim sizi Tanri'ya ulastiracagini soyluyorsa yalan soyluyor,
cunku siz zaten oradasiniz.
Yalnizca tek bir yasayan varlik var ve
isteyin ya da istemeyin,
karsi cikin ya da cikmayin
cabasizca Tanri'yla zaten birliktesiniz.
Geriye yasaminizdan zevk almak,
canli olmak,
icinizdeki olanca sevgiyi acikca paylasacak hale gelene dek
duygusal bedeninizi iyilestirmek kaliyor.
Sizi butun dunya sevebilir
ama sizi mutlu edecek olan bu sevgi degildir.
Sizi mutlu edecek olan,
icinizden gelen Sevgidir.
Degisim o sevgiyle gelir.
herkesin size duydugu sevgi ile degil.
Sevmekte ozgursunuz!
Korku ve kendini dislamanin simdiden ustesinden geldiniz.
Simdi oz sevgiye donuyorsunuz.
Oylesine guclu olabilirsiniz ki
kisisel dusunuzu oz sevginizle korkudan sevgiye
acidan mutluluga donusturebilirsiniz.
Iste o zaman tipki gunes gibi isir,
sevginizi sinirsizca sunarsiniz.
Kosulsuzca sevdiginizde
insan siz ve Tanri siz icinizden akan Yasam Ruhu ile birlesir.
Yasaminiz Ruhun guzelliginin ifadesi haline gelir.
Yasam dusten baska bir sey degildir.
''Yasaminizi Sevgiyle yaratacak olursaniz;
dusunuz bir basyapita donusur..!''
-Don Miguel Ruiz-
Askin Son Nefesi
''Siz buradan ayrildiktan sonra,
mumun baldan ayrilmasi gibi,
bende lezzetten ayri dustum.
Baldan tatli sohbetinizden mahrum kalinca
atesle teselli buluyorum.
Cemalinizin yokluguyla cizmimiz,
viran,
Canimiz ise baykus gibi viranede.
Artik,
dizgini;
bu tarafa ceviriniz.
Nese ve eglence seytan gibi taslanip suruldu buradan...''
Iste buydu beni Konya'ya cagiran...
Yoksa bizi birbirimize layik gormeyen hasetciler,
iftiracilar pisman olsa ne olmasa ne?
Beni biliyorsun askim...
Butun dunya bana kirgin olsa zerre yeis
ve uzuntuye kapilmam.
Aksine herkes benim icin yollara dusse
zerrece hoslanip gururlanmam.
Cunku ben onlarin bu dunya gozuyle gorup
deger bictigi ''kendi'' icin yasamam.
Hatirlasana ''bir ben vardir bende benden iceri''
diyen Yunus'un tarif ettigi ''Ben''i...
Iste o ben vardir bende.
O ise dunya ile ilgilenmez,
insaniyla mi ilgilenecek...
O sadece yaratilani sever.
O dayaratandan oturu...
Merhamet yangini cikmasini
ve herkesi tutusturmasini iste bu sebeple ister.
Dovene elsizdir,
sovene dilsiz...
Cunku askim seven gonulsuzuz.
Yani gonlunu caldirmistir bir kere.
Olmayan gonul kime gonul koyacaktir ki?
Ne demisti o gonuller piri..
Askin yeryuzundeki serdari.
Allahin kendisine asik oldugu sultan
Muhammed mustafa ne buyurmustu:
''Gunesi sag elime,
ayi da sol elime verseler
bu aski tebligden donduremezler.''
Bizde onun yolundan gitmeye ahdetmedik mi askim?
Bu yol kolay degildir derken bunu soylemedik mi?
Varsa senin icin bu dunyanin degeri
degerin deger verdigin kadardir iste...
Oysa biz gonlunu caldirmis,
gonulsuz dervisleriz...
''Ne varliga seviniriz,
ne yokluga yeriniriz...
Aski ile avunuruz...
''Bana seni gerek seni'' deriz..
Sen...
Su anda,
asirlar sonrasi bizim gonlumuze girmek istediginde,
bizim sohbetimizde olmak istediginde
gozlerini yumup da bizi dusundugunde
dugundugun oranda feyz ve bereketimizden,
gonlune ask-i ilahinin aktigini hissedeceksin.
Dene istersen...
Her gun cekil bir koseye.
Kabuguna.
Beni dusun bir muddet.
Benimle birlikte bizi var eden Allah'i dusun.
Yarattigi kul olarak kendini dusun.
Suyu,
havayi,
gokyuzunu,
ayi ve yildizlari dusun.
Sonra bu kadar mukemmel bir alemde yaratilan
insanoglu olarak insanlarin birbiriyle olan
gecici munasebetleri sebebiyle birbirlerine
olan hirs ve ofkesini dusun...
Ne kadar komik bir hal icinde olundugunu goreceksin...
Allahin varligi ve bu alemde var olmanin
buyuklugu karsisinda varliklar arasindaki vehim
ve hayalin anlamsizligini dusun...
Her gun biraz daha buyudugunu goreceksin...
Insanlarin bakisinin degistigini goreceksin.
Kimseye kizmamayi o zaman anlayacaksin.
Herhangi bir kimsenin kalbini incitmenin
ne kadar onemli bir hata oldugunu
o vakit kavrayacaksin...
O kalbin hic umulmadik bir vakitte,
ola ki bir vakit nazargahi ilahi olabilecegini bilirsin.
Allahin nurunun tecelli edebilecegi bir sirca kosku
kirmak parcalamak bir kul icin
ne kadar tehlikeli bir eylemdir onu anlarsin...
Sen insanlara ''insan'' olarak bakmaya basladiginda
once sana ''aptal'' gozuyle bakabilenler olacaktir.
Sen onlara ayni gozle bakmaya
ve tefekkurunu yapmaya devam edeceksin...
Biz her gun belirli saatte bir olacagiz.
Birlikte tefekkur edecegiz.
Sikilmak yok...
Ben seni gasilhanelerdeki tabutluklarin icinde
tefekkure davet etmiyorum.
Kendim oralarda kaldigim halde seni kendi sicacik
veya serin odanda tefekkure davet ediyorum...
Bir sey okumana,
bir sey ezberlemene gerek yok...
Allah'i dusun sadece...
Yaratilani dusun...
Kendini bir yaratilan olarak dusun...
Iste o zaman benim askimin hic eksilmeden sana da
bir isik huzmesi gibi akmaya basladigini goreceksin...
Zaman icinde insanlarin sana hurmet etmeye
basladiignin farkinda bile olmayacaksin.
Herkes seni parmakla gosterirken
sen gosterilise sevinmenin luzumsuzlugunu
coktan anlamis olacaksin...
Askim...
Bu yol botle zordur...
Boyle cetin...
Ama,
boyle de mukemmel bir yol...
-Hasan Arif-
Ic Dunya Oyunlari
''Size onerecegim oyun 'Alti saat kala'...''
''Alti saat sonra oleceginizi biliyorsunuz.
Hicbir kurtulus umudunuz yok maalesef.
Bu nedenle olumden kacmak icin ugrasmayin.
Son alti saatinizde ne yapmak istediginize karar verin
ve bunu hayalinizde gerceklestirin.
Ornegin,
su ana kadar hic yapmamis oldugunuz
bir seyi yapabilir ya da bu dunyada
eksik biraktiginizi dusundugunuz
bir isi tamamlayabilirsiniz.
Bu, sizin yasaminizda sahip oldugunuz son zaman dilimi...
Lutfen bunu unutmayin.
Bitiminde sizi olumun bekledigi
bu alti saati olabildigince canli ve ayrintili yasayin.''
Bir sure kimse konusmayacak,
canlandirmasini bitiren gozlerini acip
digerlerinin de bitirmesini bekleyecekti.
Surenin sonuna geldiklerinde bir kisminin gozleri
hala kapaliydi.
Huzun, artik canlandirmayi bitirmeleri icin
sureyi bir iki dakika daha uzatti.
Sonunda hepsi,
kendi olumleriyle yuzlestikleri hayallerine
son verip gozlerini actilar.
Denizdeki dalgalarve sogudun dallari haric,
kimse ses cikarmaya yeltenmedi.
Huzun, artik paylasima gecebileceklerini soyleyerek
yasadiklarini anlatmalarini istedi onlardan.
Kivamli sessizligin icinden cikan ilk ses Akil'a aitti:
''Benim icin hic de kolay olamadi.
Birgun yok olacagim gerceginin daima farkinda
oldugumu sanirdim ama az once
bunu tokat gibi yuzumde hissettim.
Aslinda belki de olumun yasam kadar gercek
oldugunu bilmeme ragmen,
onu kendime yakistiramiyordum bir turlu.
Sanki gunun birinde olecek olan ben degildim de dublorumdu..
Ne tuhaf!
Ilk kez simdi,
burada kendi olumumle burun buruna geldim.
Hem de onunla pazarlik etme sansim olmadan..
Kalan zamanimda ne yapmaliydim?
Bazi seyler icin cok kisa,
bazi seyler icinse yeterince uzun bir sureydi bu.
Once yasamda yapmak isteyip de yapamadiklarimi dusundum.
Yapamadiklarim degil, yapmadiklarim...
Ornegin, hep Siir yazmak istemistim
ama daha onemli islerim vardi ve
bunu bos kalacagim bir zamana erteliyordum.
Aslinda palavra tabii..
Tek neden, kendimi serbest birakamamam;
icimdeki yaraticiligin ortaya cikmasina izin vermememdi.
Ama artik Siir yazmak icin cok gec kalmis olduguma karar verdim.''
''Neden?'' diye sordu Huzun.
''Cunku yalnizca alti saatim kalmisti ve
o ana kadar hic siir yazmamis biri icin
bu sure cok kisaydi.''
''Belki de degildi'' diye karsilik verdi Huzun,
''Tabii yapacagin daha onemli isler yoksa!..''
Akilin ardindan hepsi tek tek anlattilar olumle burun
burune gecen alti saatlerini.
Bazilari huzunluydu anlatirken,
bazilari mutlu,
bazilari saskin,
bazilari pisman...
Ama hicbiri kayitsiz degildi kendi yasamina ve
kendi olumune karsi.
En cok da yapmadan gitmek istemeyecekleri seyin
ne olduguna karar vermekte zorlanmislardi.
Bu oyunda, 'Buyu Dukkani'ndaki gibi pazarlik
sansi da yoktu ustelik,
Olum,
hicbir pazarlik payi birakmadan,
sessizce orada bekliyordu.
Onlara dusen,
son duzlukte durup yalnizca kendilerinin gormekten,
duymaktan,
hissetmekten doyum alacaklari bir seyi yapmakti.
Durduklari yerin sarsici tenhaliginda
ne bir seyirci ne de bir rakip vardi.
Sadece kendileriyle bas basaydilar.
Ozgurlugun ve tutsakligin bir aradaligini hic bi kadar
carpici hissetmemislerdi o dar vakte kadar.
Oysa yasam icinde de,
ne olacaklari ve ne yapacaklari konusundaki
butun ozgurluklerine ragmen zaman karsisinda tutsaktilar.
Fakat umulan genis zamanlarin rehavetinde,
bu yari ortulu gercekligin farkina varmak zordu.
Yasam,
dibi catlak bir kavanozdaki su gibiydi.
Icindeki baliklar,
catlagin ne buyuklukte oldugunu ve
suyun hangi hizla eksildigini hic bilmezlerdi.
Onlara dusen,
her gun biraz daha azalan suyun icinde,
dunkunden daha iyi yuzmekti.
Ama suyla birlikte kavanozun dibine yaklasmakta olduklarini
bile bile bunu yapmak hic de kolay degildi.
Iste bu yuzden olsa gerek,
cogu zaman sulari hic bitmeyecekmis gibi
hareket ederlerdi.
Oysa bir gun,
aniden kavanozun dibine degerdi govdeleri.
Tipki az onceki oyunda oldugu gibi.
Oyundur deyip gecmemek gerekirdi.
Cogu zaman oyunlarin etkisi gercekler kadar
carpici olurdu.
Tabii oyun oynamayi,
cocuklar gibi ciddiye aliyorsaniz eger...
-Yesim Turkoz-
''Alti saat sonra oleceginizi biliyorsunuz.
Hicbir kurtulus umudunuz yok maalesef.
Bu nedenle olumden kacmak icin ugrasmayin.
Son alti saatinizde ne yapmak istediginize karar verin
ve bunu hayalinizde gerceklestirin.
Ornegin,
su ana kadar hic yapmamis oldugunuz
bir seyi yapabilir ya da bu dunyada
eksik biraktiginizi dusundugunuz
bir isi tamamlayabilirsiniz.
Bu, sizin yasaminizda sahip oldugunuz son zaman dilimi...
Lutfen bunu unutmayin.
Bitiminde sizi olumun bekledigi
bu alti saati olabildigince canli ve ayrintili yasayin.''
Bir sure kimse konusmayacak,
canlandirmasini bitiren gozlerini acip
digerlerinin de bitirmesini bekleyecekti.
Surenin sonuna geldiklerinde bir kisminin gozleri
hala kapaliydi.
Huzun, artik canlandirmayi bitirmeleri icin
sureyi bir iki dakika daha uzatti.
Sonunda hepsi,
kendi olumleriyle yuzlestikleri hayallerine
son verip gozlerini actilar.
Denizdeki dalgalarve sogudun dallari haric,
kimse ses cikarmaya yeltenmedi.
Huzun, artik paylasima gecebileceklerini soyleyerek
yasadiklarini anlatmalarini istedi onlardan.
Kivamli sessizligin icinden cikan ilk ses Akil'a aitti:
''Benim icin hic de kolay olamadi.
Birgun yok olacagim gerceginin daima farkinda
oldugumu sanirdim ama az once
bunu tokat gibi yuzumde hissettim.
Aslinda belki de olumun yasam kadar gercek
oldugunu bilmeme ragmen,
onu kendime yakistiramiyordum bir turlu.
Sanki gunun birinde olecek olan ben degildim de dublorumdu..
Ne tuhaf!
Ilk kez simdi,
burada kendi olumumle burun buruna geldim.
Hem de onunla pazarlik etme sansim olmadan..
Kalan zamanimda ne yapmaliydim?
Bazi seyler icin cok kisa,
bazi seyler icinse yeterince uzun bir sureydi bu.
Once yasamda yapmak isteyip de yapamadiklarimi dusundum.
Yapamadiklarim degil, yapmadiklarim...
Ornegin, hep Siir yazmak istemistim
ama daha onemli islerim vardi ve
bunu bos kalacagim bir zamana erteliyordum.
Aslinda palavra tabii..
Tek neden, kendimi serbest birakamamam;
icimdeki yaraticiligin ortaya cikmasina izin vermememdi.
Ama artik Siir yazmak icin cok gec kalmis olduguma karar verdim.''
''Neden?'' diye sordu Huzun.
''Cunku yalnizca alti saatim kalmisti ve
o ana kadar hic siir yazmamis biri icin
bu sure cok kisaydi.''
''Belki de degildi'' diye karsilik verdi Huzun,
''Tabii yapacagin daha onemli isler yoksa!..''
Akilin ardindan hepsi tek tek anlattilar olumle burun
burune gecen alti saatlerini.
Bazilari huzunluydu anlatirken,
bazilari mutlu,
bazilari saskin,
bazilari pisman...
Ama hicbiri kayitsiz degildi kendi yasamina ve
kendi olumune karsi.
En cok da yapmadan gitmek istemeyecekleri seyin
ne olduguna karar vermekte zorlanmislardi.
Bu oyunda, 'Buyu Dukkani'ndaki gibi pazarlik
sansi da yoktu ustelik,
Olum,
hicbir pazarlik payi birakmadan,
sessizce orada bekliyordu.
Onlara dusen,
son duzlukte durup yalnizca kendilerinin gormekten,
duymaktan,
hissetmekten doyum alacaklari bir seyi yapmakti.
Durduklari yerin sarsici tenhaliginda
ne bir seyirci ne de bir rakip vardi.
Sadece kendileriyle bas basaydilar.
Ozgurlugun ve tutsakligin bir aradaligini hic bi kadar
carpici hissetmemislerdi o dar vakte kadar.
Oysa yasam icinde de,
ne olacaklari ve ne yapacaklari konusundaki
butun ozgurluklerine ragmen zaman karsisinda tutsaktilar.
Fakat umulan genis zamanlarin rehavetinde,
bu yari ortulu gercekligin farkina varmak zordu.
Yasam,
dibi catlak bir kavanozdaki su gibiydi.
Icindeki baliklar,
catlagin ne buyuklukte oldugunu ve
suyun hangi hizla eksildigini hic bilmezlerdi.
Onlara dusen,
her gun biraz daha azalan suyun icinde,
dunkunden daha iyi yuzmekti.
Ama suyla birlikte kavanozun dibine yaklasmakta olduklarini
bile bile bunu yapmak hic de kolay degildi.
Iste bu yuzden olsa gerek,
cogu zaman sulari hic bitmeyecekmis gibi
hareket ederlerdi.
Oysa bir gun,
aniden kavanozun dibine degerdi govdeleri.
Tipki az onceki oyunda oldugu gibi.
Oyundur deyip gecmemek gerekirdi.
Cogu zaman oyunlarin etkisi gercekler kadar
carpici olurdu.
Tabii oyun oynamayi,
cocuklar gibi ciddiye aliyorsaniz eger...
-Yesim Turkoz-
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)